Barbaros Hayrettin'in unutulmaz imajı
© Barbaros Hayrettin
MÜZİK

Şimdi Neredeler: Barbaros Hayrettin

"Ben sizin babanızım" dedi, sokakta yürüyemez hale geldi. Aslen Almanya’da Kobra adlı grubuyla sahnelere adım atan Barbaros Hayrettin'le unutulmaz şarkısının öyküsünü ve müziğe geri dönüşünü konuştuk.
Yazar: Melis Danişmend
14 dakikalık okumaPublished on
"Elimde avucumda bir avuç tohum var, onları toprağa ekeceğim ve sonra bekleyeceğim." Bu sözler ilk bakışta her ne kadar Cem Seymen’in “tarım tarım tarım” diye canhıraş şekilde bağırdığı programlarından birinde röportaj yaptığı bir çiftçiye ait gibi dursa da, uzun zamandır gözlerden uzak olan, zamanında ise ortalığı ayağa kaldırmış bir müzisyene ait. Hayrettin Öneşol’a. Bu isim size bir şey ifade etmedi? Peki ya Barbaros Hayrettin desem? Ya da "Ben sizin babanızım"?
1996’da uzun kıvırcık saçları, renkli ceketleri, devasa gözlükleri ve absürt sözler içeren şarkılarıyla gündeme bomba gibi düşen (ki hikayesini dinleyince hakikaten 24 saatte meşhur olduğunu anlıyorsunuz) Barbaros Hayrettin’le buluşma yerimiz Topkapı Doubletree by Hilton. Otelin cafe’sinde karşılıklı çay içiyoruz. Yaklaşık 40 yıl önce Berlin’e yerleşen, 90’lardaki büyük çıkışı sırasında da Almanya-Türkiye arasında mekik dokuyan ünlü müzisyen, uzun siyah saçları, siyah pantolon ve siyah gömleğiyle Avrupalı eski toprak rock’çılara benziyor. Aslında bu benzetme gayet yerinde çünkü bizim onunla tanışmamızdan yıllar öncesine dönersek Almanya’da ciddi bir çıkış yakalayan Kobra adlı rock grubunun davulcusuyla karşılaşıyoruz.
Kibar, güler yüzlü ve çocuk ruhlu bu adam daha röportaja başlamadan, “Lütfen ‘sen’ diye hitap et” diyor, zor da olsa kabul ediyorum. Çok uzun zamandır Berlin’de yaşamaktan mütevellit beni dinlerken ya da sorduğum sorulara sıkça “ja ja” (evet) diye cevap veriyor tatlı ve heyecanlı bir şekilde.
Yıllar sonra tekrar müziğe dönmeye karar veren ve ‘tohumlarıyla’ yani bir sürü yeni projesiyle Türkiye’ye gelen Barbaros Hayrettin, solo albümü, Ben Sizin Babanızım’ın yeni versiyonu, tekrar bir araya getirdiği Kobra ile kaydettiği albümü derken çok yakında yine her yerde olacak.
Aslında ben Kütahyalıyım. Ama gençlik yıllarım Eskişehir’de geçti. Orada İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne girecektim, gittim de. Gençlik ya işte, hava atalım diyerekten kendimizi müziğe vurduk.
Barbaros Hayrettin
Aslen davulcu

Aslen davulcu

© Barbaros Hayrettin

Berlin ne zaman girdi hayatına?
Bir anlatmaya başlarsam bitmez ama ha (gülüyor).
Olsun seve seve dinlerim.
Aslında ben Kütahyalıyım. Ama gençlik yıllarım Eskişehir’de geçti. Orada İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne girecektim, gittim de. Gençlik ya işte, hava atalım diyerekten kendimizi müziğe vurduk. Elimizde iktisat kitapları ama müzik cafe’lere gidiyoruz. O zamanlarda Asiller grubu vardı, Kılıçoğlu Sineması’nda çalıyordu, ben de hayranlıkla onları izliyordum. Davul merakı vardı bende, çalmaya başladım.
Bir dakika o kadar hızlı gitmeyelim, o müzik sevdası nasıl başladı?
O zaman geri gidiyorum, gideyim mi?
Tabii.
Babam çok iyi kaval çalardı, hayranlıkla onu dinlerdim. Barbaros İlkokulu’nda okuyordum, sahne ismim Barbaros oradan geliyor. Ta o zamandan müzik ve edebiyatı çok severdim. Şiir, şarkı sözü yazmayı. İlk olarak bir mızıka aldım. Derken lisede enterasan bir olay oldu. Azot 57 orkestrası vardı Kütahya’da, 1957’de kurulan azot fabrikasından almış adını. Ben o gruba hayrandım, rüyalarıma giriyordu. Onların çaldığı gecelere, balolara kaçamak giderdim. Kamuran diye bir davulcuları vardı, bende de nasıl bir davul tutkusu var, evde tencereleri, sepetleri koyup davul çalardım. Bahçedeki badem ağaçlarından dallar kırıp baget yapmıştım. Şangır şungur çalıyordum ama hayal dünyamda bambaşka bir yerde, sahnelerdeyim. Hayatta hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir olay oldu (gülüyor). Yılbaşına iki hafta var, davulcu Kamuran askerliğini yapmamış, yakalayıp direkt askere götürdüler. Grup davulcu bulamıyor. Ben gittim bunlara dedim ki, 'Ben çalarım!'
Tencere tava pratiğiyle mi?
Ondan evvel okulun aletlerini biraz karıştırdık ama bir şey anladığımız yok. Gitarist Kazım Abi, ‘Hayrettin senin yapabileceğin bir iş değil, inşallah ileride’ dedi. Ama aradan bir hafta geçti, hala bulamıyorlar davulcu. Beni çağırdılar. Gittim ama heyecandan geberiyorum. Adamlar süper müzisyen.
Ne çalıyorlardı?
Enternasyonel yemek müzikleriyle başlıyorlar sonra rock’lara giriyorlar. Carlos Santana’lar, Pink Floyd’lar, Beethoven bile var. Önce Kazım Abi’yle çalışmaya başladık. Ama heyecanımı görme, ellerim titriyor.
Kaç yaşındasın o zaman?
17 civarı. Gün geldi çattı, balo gecesi. Salonda 1000 kişi var, hepsi de üst düzey kişiler. Perde bir açıldı, benim için zaman durdu, insanlar durdu, renkler durdu. Ne yapıyorum bilmiyorum, kaçacaktım nerdeyse. O gece benim için kabustu ama kimse de sahneye bakıp, ‘Bu adam n’apıyor, yanlış mı çalıyor?’ demedi çünkü grup işi iyi götürdü. Ama Melis inanmayacaksın, üç ayda rüzgar gibi davulcu oldum.
O panikle mi?
İnanmazsın. Santana’nın parçalarında geçişler vardı, herhalde 20 sene sonra yaparım diyordum. 45’likleri alıp dinledim, çalıştım, saat gibi çalmaya başladım. Davulu benimsedim. Sonra Eskişehir’e gittim.
Üniversite için.
Hem üniversite hem de ablam oradaydı. Orada çok güzel kulüplerde çalmaya başladım. Ben içki-sigara kullanmıyorum, sevmiyorum ama kendimi düşünemeyeceğim toplulukların içinde buldum. Gece kulüpleri, gazinolar, pavyonlar… O zaman ablam bir doktorun yanında hemşirelik yapıyordu. Ben de ek para kazanmak için Tanca ayakkabı mağazasına girdim, Kemal Tanca var ya. Derken ablam Almanya’ya müracaat etti. Ben de çok severim onu. O gidince bir müddet sonra beni yanına aldırdı.
Hangi yıl?
’79. Gittim oraya, sözüm ona okuyacağım ama Almanca falan bilmiyorum. Yedi kişi bir odada kalıyoruz. Herkes para biriktirme derdinde. İki gün geçti aradan, Türk Danış’a gittim, ‘Ben müzisyenim, burada müzisyen arkadaşlar var mı?’ diye. Orada çalışan uzun saçlı bir arkadaş, arkasında da gözlüklü kısa saçlı biri var, ‘Biz müzisyeniz’ dediler. ‘Grup kuracağız ama davulcumuz eksik’ demezler mi? Dedim, ‘Ben davulcuyum.’ Herkes şok. Birbirimizi bulduk, kader bizi bir araya getirdi.
Bir tane küçücük Casio vardı bende, basıyorsun dik taka dik tak, dik taka dik tak… Stüdyoya girdik, dik taka dik tak dik taka dik tak, ‘Ben sizin babanızım / Ben ne dersem o olur.’ Bunu kaydettik orada. Anlatmak istediğim olay çok değişikti.
Barbaros Hayrettin
Sen şanslı bir insan mısın acaba?
İnanmayacağın derecede. Ama çok acılar da çektim. Gülmeyi güldürmeyi çok seviyorum. Başımdan neler neler geçti, neyse. Bir günde orkestra kurduk, ertesi gün Hürriyet Almanya’dan gelip fotoğraflarımızı çektiler, ‘Türk Danış ilk orkestrasını kurdu’ diye haber çıktı. Grup canavar gibi gidiyor. Ben biraz hızlı giderim, bunların başına geçtim, her şeyi organize etmeye başladım. Zaten ilk Türk grubuyuz ya, bulunmaz Hint kumaşı olduk.
Bu Kobra mı?
Hayır Sultana, Kobra sonra. Sürekli çalıyoruz.
Nerelerde?
Türk Danış’ın balolarında, Türk düğünlerinde, gazinolarında. Ama bölüşülmüyor, olmuyor, ‘Birkaç tane grup kurup para kazanalım’ dedim. Dört-beş grup kurdum, her yere gidiyoruz. Derken Nedim diye bir arkadaşla tanıştım, iyi bir gitarist, İngilizcesi çok iyi. Bir de Adnan var, Türk Danış’ta futbol oynuyor ve müzik yapıyor. Onlarla bir grup kurduk. Çakıl Aile Gazinosu’yla konuştum, orada çalmaya başladık. Kısa zamanda müziğimiz duyuldu, Almanlar da gelmeye başladı. Derken Türkischer Basar diye bir aile gazinosu kuruldu. Yer yerinden oynadı. Büyük bir tren istasyonunun üzerine Atalay Özçakır kurdu. Barış Manço, Seda Sayan aklına kim gelirse geldi oraya. Grup Kobra olarak çalmaya başladık.
2018 model Kobra

2018 model Kobra

© Barbaros Hayrettin

Niye ismi Kobra?
Ya şimdi Allah akıl fikir versin, biz orient rock yapacağız ya, sembolik olarak gözümüzün önüne ilk gelen Doğu motifleri, çöller, yılan falan oldu. Sonradan biraz sert olduğunu anladık ama ne yapalım.
Bunlar Berlin’in hangi kısmında oluyor? Kreuzberg mi?
Esas Kreuzberg ama sonra Charlottenburg, Wilmersdorf her yere gittik. Kültür senatosu bir yarışma düzenliyordu, ona parça gönderdik, ‘Hemen gelin!’ dediler. Senatonun gecesinde bizi izleyen biri bizimle çalışmak istediğini söyledi. Gözlerimiz faltaşı gibi açıldı tabii. Stüdyoya girdik, dört şarkı kaydettik. Virgin’dan çıktı plak, yer yerinden oynadı. Alman televizyonlarında, kültür festivallerinde, açık hava konserlerinde çaldık. Almanların tanınmış gruplarından Karat, Puhdys, Peter Maffay’le birlikte çaldık ön grup olarak. Düsseldorf, Münih, Hamburg, Dortmund, aklına neresi gelirse. Bütün mecmualarda, gazetelerde bizden bahsediyorlar. Ama en iyi zamanımızda grup içi anlaşmazlıklar oldu maalesef. Çok üzüldüm, çok koydu bana, kalbime saplandı.
Kaç yıl devam ettiniz yani beraber?
Üç yıl. ’80’den ’83’e kadar. Bu arada daha ilginç bir şey söyleyeyim, biz Türkiye’ye konsere de geldik Açıkhava Tiyatrosu’na.
Harbiye?
Jaa. İki tır kamyonuyla geldi eşyalarımız. Konserimize Mazhar Fuat Özkan, Seyyal Taner bilet alıp gelmişti.
Konser full?
Hayır. Biz öncesinde TRT’ye gittik, El Ele diye bir parçamız vardı, bir o geçmiş denetimden. Kimseye duyuramadık kendimizi. Çok büyük masraf yapıldı ama üzüldük tabii. Yine de sevincimiz vardı, en azından Türkiye’de konser verdik diye. Sonra döndük Almanya’ya, herkes kendi yoluna gitti. Sonra bir gün beni menajerimiz çağırdı, ‘Türkiye’de hiç kimse sizi bilmiyor’ dedi ve bu konuda bir şeyler yapmamı istedi. Plakları hiçbir şirket kabul etmemiş.
Neden?
Ticari olarak bir şey getirmez diye. Halbuki şimdi herkes bizim türde müzik yapıyor. ‘Türkiye’de tanıdıklarım var, gidip konuşayım’ dedim. Plakları alıp geldim, çok tanınmış bir şirkete gittim, kabul etmediler. İki yere daha gittim, aynı cevabı aldım. Çok üzüldüm. Dedim, ‘Bir hafta sonra gene geleceğim ama başka türlü geleceğim!’ Çıktım. Bak, Ben Sizin Babanızım’ın doğuş hikayesi (gülüyor). Bir tane küçücük Casio vardı bende, basıyorsun dik taka dik tak, dik taka dik tak… Stüdyoya girdik, dik taka dik tak dik taka dik tak, ‘Ben sizin babanızım / Ben ne dersem o olur.’ Bunu kaydettik orada. Anlatmak istediğim olay çok değişikti.
Dalga geçmek için mi yani sektör ve sistemle?
Tabii, bunu götüreceğim ben o şirkete, kafaya koydum. Kobra kayıtlarını reddedenlere. Elimde kayıtlarla gittim, ‘Hoş geldiniz’ falan. ‘Yanlış anlamayın ama hala aynı tarzdaysa sizi üzeceğim’ dedi. Dedim, ‘Yok estağfurullah, ben bir denemek istiyorum.’ Öylesine koydular kaseti, düğmeye bastılar. Adam var ya yemin ediyorum şok oldu şok. Durdurdu kaydı, ‘Olay bu!’ dedi. Tamamını bile dinlemeden, ‘Bu çizgideyse ok’ deyip anlaşma yapmak istedi. ‘Ben sizdeki potansiyeli gördüm’ diyerek hem de. Ben kabul edecektim ama yanımdaki arkadaşlarım bu durumu görünce beni odadan çıkartıp, ‘Albümü biz çıkaracağız, onlara evet deme’ diye beni ikna ettiler. Ben de kabul ettim.
Sonra neler oldu?
Şarkıya klip çektik. Bu mizahı nasıl bir görselle birleştiririm diye düşündüm ve absürt şeyler yapmaya karar verdim. Çarşaf gibi papyon takacağım, vitrin gibi gözlük takacağım.
Nereden aklına geldi? Niye bunu tercih ettin?
İsyanımdan Melis isyanımdan! Bak Türkiye’de çok özür dilerim ama o kadar kültürden yoksun, o kadar cahil insan var ki… Toplumun içerisinde ‘Kral biziz’ diyenler, yemek yemesini bilmez, oturmasını konuşmasını bilmez, müzik dinlemeyi hiç bilmez. Ben toplumumuzdaki bütün yozlaşmış kitleyi anlatmak için bunu yaptım. Tarzım oydu. Hiç kimse anlamadı.
Hiciv vardı yani orada?
Ja. Herkes hop hop zıp zıp zannetti beni. Çocuklar gülüyor, hoşlarına gidiyor. E bir içeriğine bakıverin be birader, neden böyle diyor bu adam!
Yani bu kadar absürt bir şeyin Türkiye’de iş yapabileceğini göstermiş oldun.
Evet kesinlikle. Anlatmak istediğim oydu. Hepsini boşver, 33 harften ibaret bir cümle: ‘Ben sizin babanızım / Ben ne dersem o olur’. Türkiye’de klip çekildi, yer yerinden oynadı. Berlin’deydim, yerel televizyonda program yapıyordum, ‘Barbaros koş, televizyondaki altyazıya bak!’ dediler. Saat sabah 10:30. ‘Türkiye aradığı babasını buldu, bu akşam Ali Kırca’yla canlı yayında!’ yazısı geçiyor. Dedim, ‘Aa ben! Canlı yayına nasıl çıkacağım, Berlin’deyim!’ Akşama Ali Kırca beni İstanbul’a bekliyor. Kimse yayınlamadan ilk kez klibimi yayınlamak istiyorlar. 13:25’te bir uçak var, hiç unutmuyorum. Bilet aldılar, ben eve gittim, hanıma, ‘Ben Türkiye’ye gidiyorum’ dedim, küçük bir çantaya eşyalarımı koydum, gözlükleri, sarı ceketimi de aldım, havaalanından beni aldılar, direkt atv’ye gittik.
Hangi yıl?
1996. Ali Kırca sağ olsun beni ayaklarda karşıladı, sevindi. Çıktık canlı yayına, ‘İşte baba!’ diye. Çok güzel geçti. Ertesi gün var ya, inanmayacağın bir olay, bütün basında ben. Çarşaf çarşaf. Bu kadar çabuk olur mu ya?
Ben hayatımda böyle bir şey görmedim. 24 saat içerisinde her yerdeydim. Bir ay içerisinde Beyoğlu’nda, Levent’te yürüyemez oldum. Levent’te bir büfeden bir şeyler alacaktım, İETT otobüsü durdu yolun ortasında. Yolun karşısında da ekipler var, polisler. Dedim bir şey oldu herhalde. Önce şoför indi, sonra yolcular, herkes koşa koşa bana sarılıyor.
Barbaros Hayrettin
Türkiye’de her şey çabuk olur.
Ama olamaz böyle bir şey. Çabuk yakalıyorsun, çabuk kaybediyorsun ucunu. Ben hayatımda böyle bir şey görmedim. 24 saat içerisinde her yerdeydim. Bir ay içerisinde Beyoğlu’nda, Levent’te yürüyemez oldum. Unutamadığım olaylar çok. Levent’te bir büfeden bir şeyler alacaktım, İETT otobüsü durdu yolun ortasında. Yolun karşısında da ekipler var, polisler. Dedim bir şey oldu herhalde. Önce şoför indi, sonra yolcular, herkes koşa koşa bana sarılıyor. Polisler geldi, dedim, ‘Eyvah ceza yiyecek şimdi bunlar, yolun ortasında durdular.’ Ekip, ‘Barbaros Bey gideceğiniz yere biz götürelim’ dedi. Tabii o zamanlar telefonumuz yok ki selfie yapalım.
Onu diyecektim, bugünkü gibi kimse fotoğraf çektiremediği için belgesiz bu olay tabii.
Yok işte, birbirlerine anlatmışlardır sadece.
Albüm satışına yansıdı mı bu ilgi?
Yansımadı. Neden biliyor musun? Kaset çıkarttılar, CD çıkartmadılar. Ama biz turnelere çıktık. Aklına gelmeyecek yerlere gittik, Siirt’ten Marmaris’e her yere.
Nasıldı ilgi?
Korkunç bir ilgi alaka. Bursa Mustafa Kemal Paşa’da konser verdik, tıklım tıklım. Herkes ‘Baba! Baba! Barbaros Hayrettin!’ diye bağırıyor, ‘Ben sizin babanızım’ deyince yer yerinden oynuyor. Berlin’den hanım ve oğlumu getirmiştim, şimdi bir de kızım var, oğlan annesinin yanından kaçıp, ‘Ben babamın yanına gideceğim’ demiş. Tabii korumalar var, ‘O benim babam, o benim babam!’ dedikçe, polisler de, ‘O herkesin babası’ deyip çocuğu geri göndermişler. Ben o sırada gördüm, ‘Durun gerçekten oğlum o benim!’ diye aldım. Güzel hatıralardı. Galleria’da üç buçuk saat fotoğraf kartlarına imza attığımı hatırlıyorum. Sevmek sevilmek çok güzel, ben buna layık olmak için elimden geleni yaptım. Ama yapım şirketiyle ters düştüm. ‘Ben gideceğim ve bir daha geri dönmeyeceğim’ dedim.
Küskünlük mü oldu?
Evet.
Devam edip başka şirketle çalışamaz mıydın?
Yapardım ama sözleşmem vardı, tazminat ödemem gerekir diye çekindim. Bir ara Show TV’de Deniz Pulaş’la Süper Panayır isimli programı yaptım. Sonra gittim, bir daha da gelmedim. Aradan yıllar geçtikten sonra Kanal D Avrupa yayını için Deniz Seki ile bir program yaptık.
Neden o kadar büyük bir kırgınlık oldu? Bu kadar ilgi, şöhret var.
Çünkü yanlış anlıyorlardı beni. ‘Anlamıyorlar ve anlamayacaklar’ diyordum.
Kendi yapmak istediğin müziği yapamayıp absürt bir şeyle ortaya çıktın ve bir gecede ün kazandın. Onu devam ettirmek mi zor geldi? O sen değilsin diye.
Melis şimdi mizah yapıyorsun, ‘Ben sizin babanızım’ mizahı güzel. Ama şirkete söz verdim diye 10 parça daha yapmak zorunda kaldım. Attım kafadan o şarkıları, hiç olmadık saçmasapan şarkılar. ‘Sevgilim sevgilim nasılsın / Burnun kapıya kısılsın’…
Tarak falan?
Ay Allah aşkına ne olur ondan hiç bahsetmeyelim. Ömür boyu kulaklarımı ve gözlerimi kapattığım bir şarkı o. Bana hiç yakışmayan. Ben milleti güldüreyim diye gaza geldim, çizgiyi aştım. Bir yerde insanın hatasını anlayıp geri adım atması güzel. ‘Bu ben değilim’ dedim. O çizgiden çıkmak için uzaklaştım. Ama aradan zaman geçti, geçen sene oynadığım koli reklamı için toplantı yaptığımızda, ‘Siz gerçekten sevilen bir sanatçısınız, neden bu kadar müdafaadasınız?’ dediler. ‘Ben kendime küskünüm’ dedim. Onlar da, ‘Bizim çocuklarımız bile sizin şarkılarınızı dinliyor’ deyince içimde garip bir his belirdi. Eskilere döndüm, ‘Ben geri döneceğim’ dedim.
Almanya’da neler yaptın bu süre içerisinde?
Kafe, düğün salonu, konser salonu işletmeciliği… Bir mekan açtım, mükemmel bir yerdi, ismi de First Class. Nadide Sultan, Bendeniz, Mustafa Sandal, Rafet El Roman, herkes geldi. Hatta Mustafa Sandal’ın Araba klibinin bazı bölümleri orada çekildi. Ama ne yazık ki kalabalık bir personel çalıştırıyordum, bende iş takibi yoktu. İnsanlara inancım sonsuzdur benim, herkes beni zarara uğrattı, kapatmak zorunda kaldım. Müziği bırakmıştım. Ama geçen sene bana o toplantıda söylenen şeylerden sonra yeni çalışmalara başladım. İlk işim eski arkadaşlarımı bulmak oldu. Kobra’yı bir araya getirdim, külleri alevlendirdim. Ayrıca kendi şarkılarımı kaydetmeye başladım. Ben Sizin Babanızım’ı yeni sözlerle tekrar kaydedip klip çektim. Televizyon için başka projelerim de var. Yani hoplayacağım zıplayacağım gene gündeme geleceğim (gülüyor). Ama gelirken de hak etmiş olarak geleceğim. Kısmetse herkes kısa zamanda Barbaros Hayrettin’in çizgisini görecek.