Tuğçe Şenoğul'dan bahsederken hep en kestirme yolu seçiyoruz, onu tanıdığımız ilk projesinden, Seni Görmem İmkansız'dan bahsediyoruz. Ama onu tanıyınca şunu fark ediyorsunuz, bundan çok daha fazlası var. Bir adım daha yakından takip edenler bilir, zaten resimle de uğraştığını. "Şair değilim ben, kimseye ayıp olmasın" dese de, şiir de yazıyor. Bir dönem müziği "iş" olarak da yapmaya çalışmış, Mercan Dede albümlerinde stüdyoda bulunmuş, İstanbul isimli iki perdelik bir opera ve bale eserinde asistanlık da yapmış.
Temeli aileden, çok yönlülük meraktan ve sanat sevgisinden geliyor. Türk sanat müziğini anne ve babadan, Pink Floyd ve Bee Gees'i evdeki plaklardan, Nirvana ve Pearl Jam'leriyse "iyi müzik dinler" dediği ablasından duymuş.
Hazırlık süreci tam iki buçuk yıl süren albüm Gölgelerine aslında böyle bir geçmişin üzerine kurulu. Albümün karanlık dokusuysa, özel hayatının, yaşadıklarının ve tanık olduklarının sureti.
*Tuğçe Şenoğul, 29 Nisan Pazar günü Kırım Kilisesi'nde Grup Ses ve BarışErgün ile sahnede olacak. Konsere ve biletlere dair detaylı bilgi etkinliğin Facebook sayfasında.
Aslında geri dönüp baktığımda albümün karanlık dünyasıyla paralel ilerlediğini de fark ediyorum hayatımın, bu kayıt sürecinde. Daha önce de söylemiştim, sanki gölgemi oluşturduk bu albümde.
Solo olarak seni duyduğumuz ilk noktaya gidelim. Onun Karanlık Huyları’nın performans videosuydu yayınladığın ilk şey. Açıkçası senden duymak istediğim şeyin ondan farklı bir şey olduğunu düşünmüştüm. Sonra ibre nasıl elektroniğe döndü?
Aslında Onun Karanlık Huyları çıktığında söylemiştik, bu sadece bir performans videosu, yolda elektronik bir albüm var, canlıda enstrümanları hayal ediyoruz, bilgisayar da olacak ama albüm ağırlıklı olarak elektronik bir albüm olacak diye.
O şarkı belki Gölgelerine için sıfır noktasından bile önceydi o zaman. Albümün estetiğine dair ilk ipucu Kaptan oldu aslında, değil mi?
Onun Karanlık Huyları albüm sürecinde hazırlanmış ilk şarkımızdı. O biraz daha pişmişti, bir senenin sonunda. Eşimizle dostumuzla çalıp kaydettik. Albümün kayıt sürecinin uzayacağı belliydi. Motivasyona ihtiyaç duyuyorsunuz. Bir de sabırsız biriyim ben, hayatım boyunca yaptığım her şarkıyı direkt yayınlamıştım. Bende duran ve büyüyen bir şey var, bir noktada bir şeyleri dışarıya çıkarmak istedim. Düşündüğüm gibi de oldu, motive ediciydi.
İki buçuk yıl gerçekten uzun bir süreç, yorulmuyor mu insan? Kaybolduğun, oyundan düştüğün anlar olmuyor mu?
Çok ilginç ki, hiç dağılmadım. Sadece, dediğim gibi ara ara motivasyona ihtiyaç duyduğum anlar oldu.
Bu kadar karanlık bir albüm yaparken dağılmamış olman enteresan. Gerçi yaşadığın ve artık kafanda bitirdiğin şeyleri anlatıyorsun bir açıdan, yani artık geride kalmış bir karanlık değil mi?
Bir açıdan evet, bitmiş şeyler ama bir yandan da üzerinden geçiyor gibi oluyorsun tüm o yaşananların. Aslında geri dönüp baktığımda albümün karanlık dünyasıyla paralel ilerlediğini de fark ediyorum hayatımın, bu kayıt sürecinde. Daha önce de söylemiştim, sanki gölgemi oluşturduk bu albümde. Bahsedilebilir, artık biraz aydınlatılmış, gün yüzüne çıkarılmış bir karanlık, evet. Diğer yandan da tabii ki meşakkatli bir süreçti. Ama kaybolduğumda beni oradan çekecek iki prodüktörüm vardı ve bazen de hayatın karşıma çıkardığı birtakım işaretler beni yolumda ilerlemem konusunda motive etti.
Kalp yarasından doğmuş şarkılar olduğu açık ama bunun artık kendini ifade edebilir bir yara olması ve gün yüzüne çıkması bir bütünü oluşturuyorlar. Bahsedilebilir hale geldiyse karanlık, bu onun iyileşme sürecinde olduğunu gösterir.
Hayat bana bir işaret gönderdi diyorsun ve gölgeni yaratmaktan bahsediyorsun. Yılın en uzun gecesinde lansman konseri yapıyorsun. Seni Görmem İmkansız günlerini de hatırlıyorum. Konserleriniz bir ayin gibi, ritüel-vari geçerdi. Gerçeküstü ve spiritüel şeylere inancın var mı?
Çok spiritüel, çok gerçeklikten kopuk bir insan değilim. Eskiden belki biraz daha yoğundu bu hisler. Bu albüm ve bu süreç benim ayakları daha yere basan bir tarafımı ortaya çıkardı sanırım. Bana sorarsan, insanların spiritüel olarak algıladığı ve hayatın gerçeği olan bir sürü konu var. Enerjiden bahsedeceksek, spiritüel değil bence bunlar. Bahsettiğimiz spiritüellik bu gerçeklerse, evet epey spiritüelim.
Peki Salon'da gerçekleşen lansman konseri için özel olarak en uzun geceyi seçmenin bir sebebi var mı?
İranlı bir arkadaşımdan öğrendiğim bir gelenek var. En uzun gecede bütün aileler buluşuyor ve herkes o sene yaşadığı en karanlık, en sıkıntılı dertlerini anlatıyor ve o gece uyumayarak bütün o karanlıktan, sıkıntıdan kurtulacaklarına inanıyorlar. Bunu duyduğumda çok etkilenmiştim. O gece, benim bu albüm hazırlanırken geçirdiğim süreç, albüme yansıyan Ay’ın karanlık yüzü, konsere katılan eşimizin dostumuzun benzer hikayeleri o ayinle uğurlandı. Buna inanıyorum, evet. Bu beni spiritüel yapar mı? (Gülüyor)
Biraz yapıyor galiba.
Bazı inançlar var hayatımda, onu söyleyebilirim. Mesela huzurlu hissettiğim şeyleri tercih etmeye özen gösteriyorum. İyi hissettirmiyorsa onu bir işaret olarak görüyorum.
Şu an ne oluyor tam bilmiyorum ama karşılaştığım şey kesinlikle çok güzel. En güzeli de iletişim kurmak. Albümdeki şarkılarla birtakım bağlar kuran insanların hikayeleri çok keyifli, çok tatlı oluyor.
Konserde üzerinizde kostümler vardı, kolyenle tepedeki ışıklı görsel aynıydı. Sahneyi ve tüm bu görsel planı kim tasarladı?
Studio Pul ile çalışıyorum görsel dünyada. O kolyenin tasarımını da Amir Jamshidi zodiac tılsımlarından esinlenerek yaptı benim için. Karanlığı ve aydınlığı simgeleyen bir çember. Albümü çok net ifade ettiği için konserde de kullandık. Hem aydınlık hem karanlık, tamamlayıcı bir dünya var başımızda ve biz o bütünlüğü simgeleyen hikayeyi anlatıyoruz. Kalp yarasından doğmuş şarkılar olduğu açık ama bunun artık kendini ifade edebilir bir yara olması ve gün yüzüne çıkması bir bütünü oluşturuyorlar. Bahsedilebilir hale geldiyse karanlık, bu onun iyileşme sürecinde olduğunu gösterir, bütün böyle oluşuyor. Hem karanlık hem aydınlık yüzü var yani.
Peki bis için Onur Gökhan Gökçek’in (Nurtopu Saçan) sahneye çıkma fikri nereden çıktı?
Beraber karar verdik, biste bunun gerçekleşmiş olması, benim gitmem onun gelmesi, lansman konseri için sürprizli olur diye düşündük. Hayranıyız tabii Onur’un. Kendisi muhteşem bir varlık gerçekten. Bu konserde yanımda olmasa ne yapardım bilmiyorum. Bana kuliste de inanılmaz desteği oldu. Saçım, makyajım, ruh halim, her şeyime dokundu. Bir de üstüne çıkıp harika bir performans sergiledi. Melek sanırım.
Hazır o geceden bahsetmişken, 'İlginin fazlası da azı da çok dikkate alınmamalı' demişsin bir kez. Ama o gün sahnede öyle değildin, çok mutlu ve heyecanlıydın. İlginin samimisi işe yarayan bir şey değil miymiş, ne dersin?
Tabii ki kimse buna hayır diyemez ama biraz dikkatli olmakta da fayda var. Sonuçta hepimiz insanız, tabii ki sevildiğinizde mutlu oluyorsunuz, sevilmediğinizde de motivasyonunuz düşebilir. Sevgi paylaşıyoruz, dert paylaşıyoruz, bu muhteşem bir şey ama bunu bir hayat dinamiğine dönüştürmemek lazım. Ah beni sevdiler süper, beni sevmediler eyvah dememek lazım. Dikkatli davranmak gerekiyor.
Albüm çıktı, bir konser verdin ve geri dönüşler alıyorsun. Bu işe girişirken bir beklentin var mıydı? Karşılaştığın ilginin ne kadarını bekliyordun?
Ben hala tam olarak durumun farkında değilim, albümü bitirdik mi gerçekliğine erişemedim. Konser de oldu mu? Gerçekten mi? Çok uzun zamandır çalıştığınız bir şey var, o üzerinizden çıktı, onun sarhoşluğu devam ediyor. Dolayısıyla tam olarak nasıl bir beklentim varmış, şu an ne oluyor tam bilmiyorum ama karşılaştığım şey kesinlikle çok güzel. En güzeli de iletişim kurmak. Albümdeki şarkılarla birtakım bağlar kuran insanların hikayeleri çok keyifli, çok tatlı oluyor.
Bugüne kadar neşeli bir şarkı yaptığımı hatırlamıyorum evet, ama beslendiğim şey sadece karanlık değil.
Geçirdiğimiz vaktin sonunda şunu görüyorum, aslında epey enerjik, pozitif, iletişime açık bir insansın. Ama albümün baştan sona kuytudan çıktığı tek bir an bile yok. Bu nasıl oluyor?
Dediğin gibi ben genel olarak mutlu biri olabilirim. Hayatı severim. Güzel bir şey yaşamak. Gökyüzü, ağaçlar, kuşlar, paylaşmak beni mutlu eder. İyi hissederim. Biraz düşersem de bir sahil yürüyüşü keyfimi yerine getirebilir. Bazen de öyle olmayabiliyor. Buna da izin vermeye çalışıyorum. Tam oralarda da üretimler çıkıyor. Bugüne kadar neşeli bir şarkı yaptığımı hatırlamıyorum evet, ama beslendiğim şey sadece karanlık değil. Hepsi bir bütün aslında işte. Ben de şarkılarımla bir bütünümdür belki. Onlar karanlık tarafım olabilir.
Yazdığın sözler nasıl şarkıya dönüşüyor peki?
Yazdığım şarkıların çoğu olduğu gibi direkt geldiler. Onun Karanlık Huyları’nı mesela Moda’da yürürken mırıldanmaya başladım. Sözler ve müzik direkt geldi öyle. Sonra bir kelimeden rahatsız olur ve onu değiştirmeye çalışırım ama onda da çok zorlanırım. Bir şeyin yerini değiştirmek zor olabiliyor benim için. Onun dışında bazen de bilgisayar başında bir ritim üzerinde çalışırken ilham geliyor ve kayda basıyorum. Aslında yine çok farklı değil ama bir ritmin üzerine yazmış oluyorum.
Amatör de olsa şiir de yazdığını biliyorum. Şarkı sözü yazmak ve şiir yazmak nasıl ayrılıyor peki? Farklı rutinleri mi var?
Çok fazla şiir yazdığımı söyleyemem, şair falan değilim. Kimseye ayıp etmek istemem. Şiirde genelde sevdiğim bir yerde sakin ve yalnız olmam gerekiyor. Defter, kalem ve ben oluyoruz. Orada defter, kalem, ben arasında bir akış hali oluyor. Şarkı yolda yürürken de gelebiliyor, hiç belli olmuyor. Biraz kendisi seçiyor sanki yeri ve zamanı.
Müzikle gezmeyi çok isterim. İçeride, dışarıda bol bol gezmek, paylaşmak, konser vermek, görmek, anlamak, duymak en çok arzuladığım şey. Umarım bunlar olacak.
Albümdeki şarkıların ham hallerini sormayı da planlıyordum. Demek ki orijinallerine yakınlar aslında. Sonradan sadece ambalajı değişmiş diyebilir miyiz?
Çok farklı değiller evet. Şarkıların söz ve müzikleri genelde ilk günkü gibiler. Sadece onları nasıl duyurmak istediğimize göre şekillendirdik.
Peki nasıl duyulacağını belirleme kısmında Görkem, Taner ve sen, üçünüzün çalışma mekaniği nasıldı? Kim nerede konumlandı, kim nerede devreye girdi? Yoksa her şey spontane mi gelişti?
Ben elektronik bir albüm yapacağımı biliyordum, hayal ettiğim sesler, dünyalar vardı. Ama onları yapabilecek kadar da hakim değilim bilgisayara. Uzun zamandır kullanmıyordum bilgisayar. Biz zaten Görkem’le başlamıştık çalışmaya ve sonra Taner’le iletişime geçtik. Taner uzun süredir Görkem’in de benim de hayranlıkla takip ettiğimiz inanılmaz bir müzisyen. Olur mu olmaz mı bir konuştuk, o da sevdi bizi. İlk başta şöyle hayal ettik, elektronik dünya Taner’de, ben biraz sonuca karar verecek kişi gibiyim, Görkem de ses ve armoni dünyası derinliğini kontrol ediyordu ve delirirsek bizi durdurma görevini üstlenmişti ama sonradan herkes her şeyi yaptı. En deli fikir Görkem'den geldi örneğin. Sonuçta bir olduk. Grup üretimi gibi oldu ve ona dönüştü. Üçlü bir iş çıkarmış olduk yani.
Henüz solo albümle ilgili tek bir ipucu bile yokken iletişime geçmiştim seninle. Seni Görmem İmkansız albümü kaydediyordunuz ve bir şeyler netleşince röportaj yapmak üzere sözleşmiştik. Sonrasında nasıl yarım kaldı o albüm?
Biz birkaç kez albüm kaydetmeye çalıştık aslında. Seni Görmem İmkansız, lo fi bir estetiğe sahip olduğu için onu tam olarak hayal ettiğimiz biçimde albümde duyamadık. Birkaç kere bunu denedik. En son yapmaya başladığımızda da araya Gezi girdi ve köşelerimize çekildik. Gaye (Su Akyol) zaten bir albüm çıkarma fikrindeydi, o oraya doğru devam etti. Ben de resim yaptım daha çok bu esnada.
Biliyorum şu an her şey muğlak evet ama gelecek planların neler?
Bazı fikir ve hayaller var. Müzikle gezmeyi çok isterim. İçeride, dışarıda bol bol gezmek, paylaşmak, konser vermek, görmek, anlamak, duymak en çok arzuladığım şey. Umarım bunlar olacak. Şarkılara videolar gelsin istiyoruz, bazı performans fikirleri de olabilir. Kısacası mümkün olduğunca üretime ve paylaşmaya devam edeceğiz. Gerisi zaten yolda belli olacaktır.
Plak fikriniz vardı değil mi?
Şu an tam belli değil ama bir plak hayali var evet. Onu duyurmayı heyecanla bekliyorum.